Neden bilinmeyenden korkarız?
Kendine bir eş aramak, sevmek, hastalanmak, endişelenmek, heyecanlanmak gibi parçalar hayatımızı karmaşıklaştıran ve bütünleştiren parçalardır fakat korku sonradan öğrenilir. Doğduğumuz andan itibaren adımlar atmaya başlarız ve adım atarken yolu görmek isteriz. İlk adımlarımızdan dersler çıkartmayız fakat daha sonra belki dikkatli olmadığımızdan belki de önümüze yeni bir şeylerin çıkacağını bilmediğimizden düşmeye başlarız. Her başarısızlığa neden aradığımız gibi düşmelerimizin suçluları karşımıza çıkan engellerdir. En azından bize böyle öğretilir. Ve insan karşısına çıkacaklardan korkmayı öğrenir, tehlikelere karsı kendini hazırlayıp öyle devam etmek ister fakat bilmediği ve görmediği bir şeye hazırlanıp kendini korumaya alamaz. Bu yüzden her zaman bilinmeyenden korkar. Bu korku aslında sadece zihnimizin bize oynadığı bir oyundur. Bir noktaya/şeye farklı açılardan bakmadıkça ne olduğunu tam olarak anlayamadığımız gibi tam olarak göremediğimiz bir şeyi de kavrayamayız. Sonradan öğrendiğimiz bu duyguyla adımlarımızı kısıtlarız. Hayatımızdaki her adımda karşımıza çıkar bu engel ve sonsuzluğu düşünmememizdeki nedende sonsuzluktan korkmamızdan kaynaklanır. Neden mi? Çünkü sonsuzluğun ne olduğunu bilmiyoruz. Adım attığımız her nokta da, göstermek istediğimiz her yetenekte ve gidermek istediğimiz her ihtiyaçta karşımıza çıkar kendi yarattığımız bu engel. Mesela, Bir grubun önünde konuşma yapmaya çalışırken heyecanlanırız çünkü insanların bizim hakkımızda ne düşüneceğini ya da bizi beğenip beğenmeyeceklerini bilmeyiz. Kekeleriz, kelimeleri karıştırırız çok iyi çalıştığımız bir sunumda heyecanlar yaparız çünkü korkarız. Beynimizin bedenimize oynadığı bir oyundur bu. Fazla fazla adrenalin salgılarız ve olası bütün tehlikelere karşı beynimiz bizi hazırlamaya çalışır sonuç olarak bir nevi paranoyaklaşırız.
Genelde kaçmaya çalıştığımız bu engelin adı bilinmezliktir. İçinde bulunmak istemeyiz ve elimizdeki çok büyük fırsatları kaçırmayı göze alırız. Bu yüzdendir ki başarılı insanlar hep bilinmeyenden korkmayan ve üstesinden gelebilen insanlardır. Başarılı insanlar rahat alanlarından çıkıp bilinmeyene karşı kalkanını ve kılıcını kuşanmış insanlardır. Şüphesiz, başarılı olmak isteyen her insanın rahat alanlarından çıkabilmeyi başarması gerekmektedir. Aslında, sonradan öğrendiğimiz bu engeli beynimiz bir anda karşımıza çıkarmaz. Aşamalıdır ve bilinmezliği kendi ellerimizle aşama aşama biz yaratırız keza aynı şekilde aşama aşama da yıkabilme kabiliyetine de sahibiz.
Bilmediğimiz bir şeye karşı savaşamayız. Koşmaya en azından yürümeye devam etmek için yolu aydınlatacak ışığa ihtiyacımız vardır. Olası sorunları tahmin etmeliyiz. Koşmaya çalıştığımız bu yolda yolumuza neler çıkarsa korkarız, Onlara karşı nasıl önlemler alabiliriz? Bu soruları kendimize koşmaya başlamadan önce sormalıyız. Sorunları en başındayken düşünüp onları anlamazsak, tam gazla devam ederken hiç beklemediğimiz bir anda çakılıp düşeriz ve tekrar düşmekten korkmaya başlarız. Bu sorunları ön görebilmek için bakmamız gereken yer kendi içimizdir. Sunum yaparken korkuyorsak kendimize yeteri kadar güvenmememizden kaynaklanır bu. İlk olarak,Kendi eksikliklerimizi araştırmalıyız. Eksiklikleri gidermeye çalışırken farkında olmadan adımlar atarız. ‘Artık yolumda bana engel olabilecek bir eksiğim yok!’ dediğimiz anda biz istemesek bile koşmaya başlarız. Unutmamamız gereken tek bir madde vardır; Korku bütün insanların öğrendiği bir çaresizliktir yani her insan bir şeylerden korkar. Kendi doğamızı, kendi ruhumuzu ve bedenimizi ve içinde bulunduğumuz toplumu kabul etmemiz gerekir. Böylece eksikliklerimizi öğreniriz ve kendimizle savaşmak yerine bilinmeyene yönelebiliriz.
Fakat bazı durumlarda olaylar bizim elimizde olmadan gerçekleşebilir. Böyle olunca korkunun kökünü bilemeyiz çünkü bizden kaynaklanmaz. Mesela kıyametten korkabiliriz fakat ne zaman gerçekleşeceğini ya da gerçekleşip gerçeklemeyeceğini bile bilmediğimiz bir şeyden kendimizi korumamız pek mümkün olmayabilir. Böyle bir durumda çıkarmamız gereken ders kendimizi olasılıklı bir duruma karşı korumaya çalışmak değildir onun yerine kıyamet gibi kontrolümüz dışında gerçekleşecek olayların farkına varmak yapmamız gereken asıl şeydir. Eğer bakış açımızı değiştirip kıyamet gerçekleşirse acı çekerek öleceğimizi düşününce bir grup insanın önünde konuşma yapmanın o kadar da korkutucu olmadığını fark edeceğimizi düşünüyorum.
Korku sonradan öğrenilir ve geliştirilebilir. Korkuyu geliştirmenin en iyi yollarından biri onu beslemektir. Stres vücudumuzdaki bir çok rahatsızlığın sebebi olduğu gibi ruhsal rahatsızlıklara da yol açabilir. Ve korkunun besin kaynaklarından biri strestir. Stresliyken doğru düşünmemiz zorlaşır ve yanlış kararlara doğru adım atarız. Bilinmeyenden korkarken bilmeden hareket etmeye başlarız. İçimizde büyüttüğümüz ve stresle beslediğimiz korkuyu bir anda yenmeyi düşünemeyiz ve bir sorunu kökten çözemiyorsak dallarını kesmeye başlamalıyız. Günlük hayatın koşuşturmacasındayken ne kadar stresli olduğumuzu fark etmiyoruz ve güne yetişebilmek için etrafımızda toplanan stresi halının altına sürüklüyoruz. Stresi fark etmediğimizden ya da görmemezlikten geldiğimiz için monoton yaşamaya devam ediyoruz. Bunu yapmamalıyız, günde en az 10 dakikayı kendimize ayırmalı ve belki kısa bir göz dinlendirmesi ya da bir kaç yavaş müzikle ruhumuzu beslemeliyiz, korkumuzu değil.
Evet korku sonradan öğrenilir fakat sabırsızlık doğuştan gelir. Hemen kazanmak ya da hemen kaybetmek isteriz tıpkı emeklemeden koşmaya çalışmamız gibi. Koşmamalıyız, Bebekleri örnek almalıyız. Bilinmeyene koşmaktansa daha sakin daha küçük adımlar atmalıyız böylece daha sağlıklı kararlar alabilir ve bilinmeyene daha hazırlıklı yaklaşırız. Hemen savaşalım hemen sorunu çözelim isteriz ama korku bu kadar kolay ve hızlı ortadan kaldırabileceğimiz bir sorun değildir. Sunum yaparken bir anda insanların karşısına çıkmaya çalışırsak tökezleriz, kekeleriz, yanlış ifadeler kullanırız ve oraya çıkarken kullandığımız özgüvenin büyük bir miktarını boşa harcarız. Onun yerine yapmamız gereken pratik yapmaktır. Yavaş yavaş ve sakince çalışmamız gerekir. Konuşmamızı düzeltmeden insanlara bir fikir savunmaya çalışmak bilinmeyenden daha çok korkulması gereken bir şeydir.
Ne zaman öleceğimizi bilmediğimiz ve isteyerek dünyaya gelmediğimiz şu hayatımızda bilinmeyenden daha çok korktuğumuz ve daha çok ciddiye aldığımız bir şey vardır; Ölüm. Kimi insanlar ölürken hissedeceğimiz ruhsal acıdan kimisi ise öldükten sonra hissedeceğimiz acıdan korkar. Kimileri ise sadece ışıkların kapanacağını ya da tekrar geleceğini düşünür fakat ölümün varlığı bütün dünyada kabul edilmiştir. Her zaman yarın yokmuş gibi yaşamak isteriz fakat hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarız çünkü ölümden korkarız ve onu görmemezlikten gelmeye çalışırız. Bahçeye tohumlar ekeriz, tohumların büyüdüğünü görememe ihtimali olsa bile. karşılık görememe ihtimali olsa bile aşık oluruz Ve bunlardan korkarız çünkü aşık olurken attığımız adımlar rastgele adımlardır yani nereye gittiğimizi bilmeyiz. Bilinmeyenden korkarız. Fakat ölüm bir bilinmeyen değildir. Eninde sonunda öleceğimizi biliriz. Ruhumuza yapışmış bir hastalıktır bunun farkındalığı. Peki ölümden hiç korkmasaydık ne olurdu? Daha önce kıyamet gibi bir etken varken sunumdan korkmamamız gerektiğini söylemiştim, peki ölümü düşününce karanlık olduğunu zannettiğimiz bir çok yolun aydınlandığını görmemiz mümkündür deseydim ne derdiniz? Düşününce hayatın en ciddi olgusu kabul edilebilecek ölümden korkmayan bir insan neyden korkar mı? Bir nevi kaybedecek bir şeyi olmayan insanların yaşadığı durumdur bu. Bir insanın kaybedecek bir hayatı bile olmadığında hiç bir şeyden korkmak için bir sebebi de kalmaz. Sadece bir kere var olacağımız düşüncesiyle hayatımızı yaşamaya çalışıyoruz. Hayat hakkında konuşurken bile aşırı ciddileşiyoruz oysaki hayat o kadar da ciddiye alınması gereken bir olgu değildir. Biz kendi adımımızı doğru atmadıkça kimsenin bize çelme takamayacağını fark etmemiz bilinmeyenden korkmamamız için en büyük neden aslında. Ciddiye almakta haklısınız ama sadece bir kere dünyaya geleceksek neden bunu düşünerek tek şansımızı boşa harcayalım ki?
Bravo
YanıtlaSilCok güzel ama yazi karakterinizi degistirin. Yazdigimi bile okuyamiyorum :-) Ayrica beni bilgilenderi botonu calismiyor. mail: umit@tolunay.ch
YanıtlaSil