Tabii Ki - BÖLÜM 7


3 yıl önceydi.. Mathilda, Noah ve diğerlerinden çok çok daha önce ..
Silvia dünyanın en umursamaz insanlarından biriyken, bir gün bir çocukla tanıştı. Dolgun, parlak ve kıvırcık saçları, hayattan kopmuş bakışlarını saklayan yeşil gözleri ve kirli sakallarına rağmen yumuşacık suratı olan bir çocuk. Çok uzun değil fakat Silvia'dan uzun, çok zayıf değil ama Silvia'dan şişman ve o dönem için Silvia'nın 'Bu benim tipim!' diyebileceği tipte bir çocuk.

Gitar çalabilen, sigara içen, saçlarını önemseyen ama hiçbir varlığı önemsemeyen, kendi içinde cayır cayır yanan biri.. Brand.
Silvia'nın aşık olduğu ilk erkek, Valerie'nin kaybettiği ilk savaş.. 

Brand ile Silvia hayatlarının en yanlış zamanlarında tanışmışlardı. Brand çocukluğundan beri tanıdığı Theodore'u sadece dört gün önce trafik kazasında kaybetmişti. Silvia ise metalciliğin zirvesindeydi, evinden çok uzakta olan mezarlıkta dolanmayı seviyordu. Öteki türlü daralıyor ve insanların içinde boğuluyordu, hem mezarlık ruhunu besliyordu ona kaybettiği duyguları kazandırıyor ve onu hayata bağlıyordu. En azından Silvia öyle zannediyordu. Ayrıca kim mezarlığı muhteşem bir manzarası olan bir yere inşa ederdi ki? Bu mezarlık tepe misaliydi ve en tepeye çıkınca güneşin muhteşem şarap kırmızısı ve gül kurusu renginin karışmış olduğu manzarayı hiçbir bina kirliliği olmadan izleyebiliyordunuz. Bu Silvia'ya, manzarayı ne zaman görse Güneş'in bile ölebileceğini ve karanlığa karışacağını düşünüp kendi ölümünü tasarlardı. Silvia en çok yanarak ölmekten korkardı ve en çok boğularak öldüğünü hayal ederdi. Aşırı depresif olduğu bir dönemdi ve kimse onu o dönemden çıkaramazdı. 

Bir gün yine o mezarlıktaydı ve o mezarlığa 'Cennet' ismini vermişti ama cennette olmaması gereken bir ses vardı. Burası mezarlıktı ve bu şarkıyı duymaması gerekiyordu.

Johnny B, how much there is to see Just open your eyes and listen to me.

Silvia sese ilerledi, yeşil saçları vardı gözünün önüne düşen bir çırpıda bir lastikle bağladı ve merakla ilerlemeye devam etti. Onu gördü, son sez bunu dinleyip söyleyen, kıvırcık saçları gözlerini kapatıyordu ama göz yaşları güneşin batışındaki o mükemmel kızıllıkla birlikte parlıyorlardı hatta onun o kusursuz suratı da parlıyordu. Silvia duraksadı, ne yapmalıydı?

Silvia hiç düşünmeden yanına gitti, çocuk kafasını kaldırınca önündeki kıvırcık tutam yana kaydı ve o yemyeşil parlayan gözleri açığa çıktı. Silvia'nın tokası bile etkilenmiş olacak ki bir anda koptu ve saçlarının bir dalgayla açılmasını sağladı. Işıkta daha da yeşildi saçı ve Silvia eğik durduğu için çocuğun suratına düşmüştü.

Silvia yanına oturdu çocuğun, bir şey demeden. Ne söylenebilirdi ki? Acısını konuşarak paylaşamazdı, Silvia diz çöktü ve sarıldı. Sımsıkı sarıldı ona ve onun karşılık vermesini bekledi. Fakat Silvia kollarını uzattığında çocuk çoktan kollarını uzatmış ve Silvia'ya sımsıkı sarılmıştı. Ağlıyordu, tanımadığı bir kızın kollarında. Şarkı tekrar tekrar çaldı. Hava karardı, hala sarılıyorlardı. Çocuk hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ve Silvia ona kilitlenmiş kollarını biraz bile gevşetmiyordu. Hem dürüst olmak gerekirse kim o cezbeden kokudan uzaklaşmak isterdi ki? Silvia kesinlikle istemiyordu.

-Kimsin sen?
-Önemi var mı?
Dedi çocuk soğuk bir sesle ve başını Silvia'nın omzuna koydu.
Silvia sonsuza kadar bu hiç tanımadığı çocukla birlikte böyle oturabilirdi ama bu anın biteceğini biliyordu. Silvia bu çocuğun söyleyecek bir şeyleri olduğunu biliyordu ve dedi ki;
-Dinliyorum.

Fakat pişman çoktan olmuştu çünkü çocuğun o güzel gözlerinden tekrar yaşlar gelmeye başlamıştı.

-Dört gün önce, yanıma gelecekti. Benim yanıma gelmek için acele ediyordu. Çok uzun bir süredir görmemiştik birbirimizi. O .. O benim dostumdu. Onu gördüm. Yolun karşısında bana gülümsüyordu ve .. Ve benim için aldığı birayı havaya kaldırıp 'Merhaba!' demişti. 'Merhaba köpek yavrusu!'.. Gülümsüyordu. Çok mutluydu, bende öyleydim. Ben ona doğru bir adım attığımda o gülüşün kaybolduğunu gördüm. Bana doğru koşmaya başladı. Bana doğru neden koştu ki? Koşmak zorunda mıydı?! Değildi! Koşmamalıydı!.

Silvia çocuğu susturup göz yaşlarını silmek istiyordu ama bunu yapamazdı çünkü bu göz yaşlarını biliyordu. Bu göz yaşları çok uzun bir süredir saklanan göz yaşlarıydı.

-Benim salaklığım.. Önüme, sağıma, soluma bakmadan yola atladım. Çok heyecanlıydım onu gördüğüm için. Theodore benim hiç var olmayan kardeşim gibiydi anladın mı beni?! Kardeşimdi o benim! Kardeşim olmasa yapmazdı böyle bir şey. Beni itip... Beni .. Beni itip kendi arabanın altında ezilmezdi! Kimse yapmazdı bunu! Babam bile. Hiç tanımadığım babam neden yapsın ki bunu zaten.. Theodore.. Onun bedenini gördüm. Paramparça ve kan içinde olan bedenini gördüm. Ben onu kendimi bildim bileli yanımda olduğunu biliyorum. Birlikte kutlardık her doğum günümüzü. İkimizin de doğum gününde kutlamazdık. Onun 3 yaşında benim en sevdiğim oyuncağı ona verdiğimdeki yüzü geldi gözümün önüne.. O yüzü kan içinde gördüm.. Ben gördüm. Neden ben gördüm.. Ben asla-

Silvia daha fazla dinlemeye hevesli değildi. Duymak istediği her şeyi duymuştu ve açıkçası daha fazla ağlamasına dayanamazdı. Bağrına bastı çocuğu, bir anne gibi. Onu korumak istedi o an. Her şeyden korumak ve saklamak istedi. Tekrar sarıldılar. Dünyanın en güzel kokusunu buram buram içine çekiyordu Silvia. Bir anda çocuk ayağa kalktı ve elini uzattı.
-Zamanı çok geçirirsem, Theodore bana kızardı.

Silvia'yı ayağa kaldırdı ve son bir kez daha sarıldı. Fakat bu diğerlerinden farklıydı. Sanki bu sarılma farklıydı, sanki bir daha sarılma şansı olmayacaktı. Silvia titredi, bütün varlığı tir tir titredi. Çocuğun gözlerindeki boşluğu görmüştü. Bu gerçekten son sarılma olabilirdi, bu dünyanın en tatlı varlığı kendine bir şey yapacaktı.
-Yapma, ben senin için, senin istediğin yerde ve senin istediğin gibi olacağım. Ben senin yanında olacağım. Yapma.. Theodore için yapma.
Çocuğun gözlerindeki boşluk yerini göz yaşlarına bıraktı ve Silvia'ya döndü.
-Brand.
-Silvia Valerie.

Daha fazla konuşmaya gerek yoktu. Silvia'nın evine kadar yürümüşlerdi ki bu yol iki otobüs değiştirmeyi gerektiriyordu. Brand bütün yol Silvia'nın elini sımsıkı tutmuştu. Sanki o el Silvia'nın değil, hayatın eliydi. Brand hayatın elini sımsıkı tutup hayata bağlanmaya çalışıyordu. Sonbahardı ve yağmur başlamıştı. Brand bir anda durdu. Silvia geriye doğru çekildi çünkü Brand elini hala sımsıkı tutuyordu derken Brand elini bir anda çekti. Silvia korktu, o elleri tekrar tutamayacak mıydı? Brand boynundaki fuları tek hamlede çıkarıp Silvia'nın boynuna doladı ve dolarken Silvia'yı kendine çekti. Burun burunalardı. Silvia bu çocukla tanışalı bir kaç saat olmuştu fakat çoktan aşkın kollarına bırakmıştı kendini çünkü sadece Brand değil Silvia da hayata o ellerle tutunmuştu. Brand daha da yakınlaştı, Silvia'nın kalbi daha fazlasını kaldırabilir miydi? Bu kız panik atak hastasıydı! Duyguları çok fazla yaşamamalıydı ama hayatında en çok öpmek istediği dudaklar bir kaç santim ötedeydi. Silvia elini Brand'in yüzüne attı ve Brand irkildi. Daha öne hiç kimse Brand'in mükemmel suratını okşamamış mıydı? Ne yazık! Yanaklarının verdiği bu ihtişamlı hissi kaçırmışlardı.

Brand'in dudakları, Silvia'nın olmuştu. Onu sanki son birasını içiyormuş gibi özlemle ve şehvetle öpmeye başladı. Silvia suratından saçlarına kaydırdı elini, o saçları ilk gördüğü andan beri parmaklarının arasında almak ve okşamak istiyordu. Dakikalarca öpüştüler ve dudakları resmen canlarını yakarak ayrıldığında göz göze geldiler.
-Sana aşık oldum, Valerie.

Silvia neden bunu duyduğuna bu kadar çok sevinmişti hatta huzur dolu hissetmişti. Bunu daha önce bir çok kez duymuştu. Bir düzine erkek bunu Silvia'yı elde etmek için ağızlarına sakız yapmışlardı.
-Sana aşık oldum Brand.

Karşılığını aldıktan sonra minnettar bakmaya başlamıştı Brand ve Silvia hayatında ilk defa doğru bir şey söylediğini düşünmüştü. Brand istese hayatının sonuna kadar bunu söyler hatta ölmeden önceki son cümlesini bu yapabilirdi. Tanrım bu çocuk ıslak saçlarıyla daha da yakışıklıydı!
Brand yürümeye devam etti. Silvia evine hiç varmak istemiyordu fakat çoktan gelmişlerdi bile. Boynunda Brand'in fularıyla evinin önünde durmuştu. Silvia, Brand'in elini tutup çantasından çıkardığı kalemle numarasını yazdı. Brand hala minnettar bakıyordu, bu bakışlar teşekkür ediyordu resmen.


Brand gitmeden önce tekrar o ince dudakların tadına bakmak ve bir eliyle yeşil saçları yana çekerken öteki eliyle Silvia'nın belinden tutup kendine çekmek istiyordu. Silvia tekrar Brand'in adım atmasını beklemedi ve numarayı yazdıktan sonra gözlerini kapatıp dudakları Brand'in dudaklarıyla buluşturdu. Deli gibi öpüşmeye vakitleri yoktu fakat minik bir öpücükte değildi bu.

Silvia arkasını dönüp adım attığında Brand seslendi.
-Valerie..
Silvia tam dönecekken Brand arkasına daha da yaklaşmıştı ve kulağına sıcak nefesiyle fısıldamaya başladı.

-Sen artık benimsin Valerie. İstediğim yerde, istediğim zamanda, istediğim şekilde. Sen artık benim Valerie'msin.

'Sen artık benimsin..'

Yorumlar

Popüler Yayınlar